31 Mart 2013 Pazar

Facebook üzerinden intikam baldan tatlıdır

Facebook ve Twitter kamyon arkası gibi. Herkes arabeske bağlamış, kendisinin yüceliğinden, ellerin kalleşliğinden dem vuruyor.

Yazıların meali şu:
-Herkesi kendim gibi sandım güvendim (Ben kamil insanın vücud bulmuş haliyim. Yok canım bir yerlerde pişip ermedim, benimki doğuştan.)
-Sonra da kazığı yedim (Doğal olarak)
-Onları hayatımdan çıkardım (Ah anneeeem, nasıl kahretmişler duyuncaaaaaağğ, hallerini bir görsen, içlerin yanaaarrrr, içleriiiin)
-Sessizliğim asaletimdendir (Aldım ayarı oturdum kaldım, kontra-atak yapmayı bi tarafım yemiyor.)

Zannedersin ki yıllardır ,emek emek ördüğü bir ilişkinin karşı tarafı bahsi geçen.  Sorsan, sabah akşam geyik yaptığı yan departmandan servis kankası "poposu büyük" demiştir arkasından. Hadi herşeyi geçtim gerçekten,  ay- ay, yıl- yıl güven inşa etmiş sonra da ihanete uğramış insanlara ayıp. Kaldı ki onların hisettiği acı, muhtemelen kamyon yazılarının dindiremeyeceği kadar büyük olduğundan, sesleri sosyal medyada tek tük çıkıyor.

Yahu, hem hangimizin bir kaç Erol Taş'ı, Aliye Rona'sı yok ki şu hayatta? Ama herkes de başka birilerinin Erol'u, Aliye'si illa ki - evet sen bile sevgili sosyal medya arabeskçisi, ama eminim "onlar" haketmiştir senin yaptıklarını.

Hem, niye herkese yüzde yüz güvenebilesin ki? Güvendiğin o zatlar her kimse, kendilerinin işi gücü, senin refahını tesis etmek mi? Velhasıl herkes kendi hayatının Türkan Şoray'ı, Kadir İnanır'ı maşallah! Kalan 5.999.999 kişiye ise, hayattaki tek amacı başrolün mutluluğu olan, dev bir uşak, bahçıvan, hizmetçi kadrosu düşüyor.

Ha herkes de sana %100 güvenmesin bi' zahmet. Kimsenin figüran kadrosu olma!


26 Mart 2013 Salı

Aklı olan Soner Bey ile değil Süleyman'la evlenir

Aylar, yıllar sonra "Öyle Bir Geçer Zaman Ki"nin yeni bölümünü izledim, anladıklarımı sizin için özetledim:

Soner ve side-kick'i Sülü
1) Aklı olan esas oğlan Soner'le değil side-kick Süleyman'la evlenir. Zira benim gördüğüm Soner'in manitalarına sevgililik, karısına kocalık, çocuğuna babalık, kayınvalidesine damatlık yapan asıl kişi Süleyman. Soner'e düşense yurtdışında sürtmek, içip içip sızmak, bar bar dolaşmak ve de tek gecelik ilişkiler yaşamak.

2) Türk insanı dramın dibini görmezse rahat edemiyor. Cemile'nin yavuklularının ve sarı saçlı yarım ağızlı Caroline'in tek bir ailenin başına sardığı derdi, Usame Bin ladin Amerika'nın başına saramadı.

3) Millet bir kocayı bulamıyor, 4 çocuk 2 torun sahibi Cemile Teyze maşallah 3. boşayıp 4. almak üzere. İbret alın.

4) Yerli dizi, film ve romanlarından alıştığımız üzere kötüler saf kötü, iyilerse saf iyi. Rahatız kafamız karışmıyor. Her şey siyah beyaz. İnsanımızın griye olan açlığını gidermek için Gri'nin Elli Tonu'na saldırmasını anlayışla karşılamak gerek. Keza herşeyi derine inmeden etiketleyip yaftalamasını da.

5) Yine bütün yerli dizi ve filmlerde olduğu gibi yan karakterlerin hayattan tek beklentisi, esas kızla çocuğun iyiliği, sağlığı, sıhhat ve afiyeti. Kendi aşkları, hastalıkları, hırsları, beklentileri filan yok. Hepimizin egosunun şişikliğinin, hep banacılığının, hep başrolde olma arzusunun kaynağı bu olsa gerek.

6) Ziverbey Köşkü'ne atıfta bulunan işkence sahneleri hayal gücüne bırakılmış. İşkence gibi bir dönemin yarası ve insanlığın utancı olan bir konuyu, politik konularla zerrece ilgilenmeyen TV izleyicisinin dikkatine ucundan da olsa sunabilmek için tek yol Nuri Alço kıvamında bir öyküye bağlamak anladığım kadarıyla. Etkisi tartışılır da olsa senarist ve yönetmenin iyi niyetine sağlık.

24 Mart 2013 Pazar

35 milyon Türk erkeği bana kalsın


Necip ve etobur Türk erkeği
Pazar günkü yazıya, çok enterasan tepkiler geldi. Benim bir türlü kilo veremeyen bir kadın olduğumu iddia edenler  oldu mesela. Ben zayıf olduğum için diğer kadınların fit olmasını istemediğim teorisini öne sürenler de. Bunlar tabi ki, istisnasız erkeklerden gelen yorumlardı.

İçlerinden tanıdıklarıma, etrafımdaki çok güzel bir sürü kadının sırf 36 beden olmadıkları için ağızlarına sevdikleri şeyleri yıllardır koymadıklarını anlatmaya çalıştım.  Bu, bir ergeni annesiyle babasının aslında kendi çaplarında karizma sahibi bireyler olduklarını ikna etmekten daha boş bir çabaydı.


Velhasıl, sevgilisi diyet yaparken karşısında kebapları doyasıya midesine indiren, üstüne bir de künefe patlatıp, göbeğini sıvazlayan, annesi tarafından dolmalarla, böreklerle büyütülmüş necip Türk erkeğinin, kadınların açlıkla imtihanı konusunda empati göstermesini ve adil davranmasını -henüz- beklemeyin.

Her birinin, diyet yapmanın kadın olmanın doğal bir sonucu olduğuna, ve bundan zevk aldığımıza inancı tam. Tıpkı tüm ev işlerini yapıp, çocukların bütün dertleriyle ilgilenmenin, evin alışverişini yapmanın, onları doyurup beslemenin hayattaki en büyük keyfimiz olduğuna samimiyetle inanmaları gibi.

Lakin, asr-ı saadet yavaş yavaş bitiyor sevgili beyler.  Bu ülkede yeni Kıvançlar, Emir'ler yetiştiği sürece, hesap günü yakın!

Daha önce okumayanlar için bkz.
Six-pack hakkımız söke söke alırız
Emirin'in yolu bu blogdan Kıvanç sayesinde geçti




19 Mart 2013 Salı

Mutluluk 2 liraya satılıyormuş meğer

En son ne zaman milkshake içtiniz?

Ben bugün içtim. Bir önceki muhtemelen çocukkendi. Ne güzel bir şeydi ve hala ne güzel bir şey. 2 lira 75 kuruşluk bir çikolatalı milkshake, hayatın unuttuğum zevklerle dolu olduğunu hatırlattı bana. Tüm o pahalı terapilere nispet yaparcasına... 


Bazen içimdeki çocuk kafasını dışarı uzatıyor.
Ama gördüğü şeyleri sevdiğini hiç sanmıyorum.
Mesela havucun önce turuncu kısımlarını yiyip, ortasındaki sarıyı sona bırakmak. Ama özene bözene ve büyük bir heyecanla. Sonra denizde taş kaydırmak.... 8 kere kayan taşın verdiği o büyük coşkuyu -o büyük başarma duygusunu- çok mühim kariyerim nereye kadar terfi etsem verebilir ki bana?  

Bugün kendimi tanımladığım şeylerle, çocukluğumdaki "ben"i karşılaştırıyorum. Hangisi gerçek?

Gökyüzüne bakıp bulutların değişen şekillerini izlemek, birbirine göstermek mesela. Bilirsiniz, tüm çocukların yaptığı ve doğacak tüm çocukların yapacağı. Ama bugün sabrım yok ona.  Deniz kıyısında ya da havuzda güneşlenirken ancak bakabilirim bulutlara, o da iphone'umdan gözümü alabildiğim kısa anlarda.

Büyümek gelişmektir diye belletildi bize. Adı üstünde "büyümek". Oysa büyümek eksilmek gibi geldi bugün bana.

17 Mart 2013 Pazar

Hayat, sen o kiloları vermeye çalışırken geçen zamandır

O kalça bende olsa ağlarım
Etrafımdaki kadınların büyük çoğunluğu, medyanın pompaladığı fotoshoplu vücut kitle endeksine ulaşmak için açlık sınırında yaşıyor. Karnını şöyle iyice bir doyurmak, suçluluk duygularının en büyüğü ile kıvranmaya mahkum olmak demek.

Peki, güzelliğin olmazsa olmazı zayıflıksa, Monica Belluci'yi nasıl açıklar ki diyet ve fitness dünyası? Bir de Türkan Şoray meselesi var tabii, o ne zaman sıfır bedendi?

Ya da Jennifer Lopez... Siz gaza gelmiş poponuzu eritmeye çalışırken, o, ortalama bir Türk kadının sonsuza kadar hayata küsmesine sebep olacak büyüklükteki kalçalarını gere gere pozlar veriyor. Popo demişken, olanca kalçalarıyla ortalarda dolaşıp, fotoları paylaşım rekoru kıran Kim Kardashian'ı da anmamak ayıp olur... Onların vücut kitle endeksi kaç ola ki?

Uzun lafın kısası yıkanmış beyinlerimize bir format atıp, bu baskül-erkil kültüre baş kaldırmanın vakti geldi. Güzellik beden ölçüsüyle orantılı değil, hiç bir zaman da olmadı. Bana inanmıyorsanız, Google'a sorun.

O yüzden o 3-5-15-25  kiloyu vermeyi beklemeyin, güzelliğinizin tadını bu gün çıkarın. Zaten en niyahetinde muhattabınız da kel ve göbekli Türk erkeği, değil mi?

14 Mart 2013 Perşembe

Bi poke'lama hayat, anladık... Az bekle halledicez!

Hayat bu aralar beni çok dürtüyor. Sanırım bana birşeyler anlatmaya çalışıyor.  Bu durumda hayat'ı, evren'i adına ne derseniz deyin, mesajın alındığına ikna etmek için ne tür bir aksiyon yeterli gelir inanın bilmiyorum. "Oldschool" bir yöntem olarak "Tanrılar kurban istiyor" mantığıyla haraket etmem de çok olası görünmüyor. Zira, bildiğim en yakın yanardağ İtalya'da, o da hala aktif midir en ufak bir fikrim bile yok.

İçinde bulunduğum, takdir edersiniz ki, yabana atılmayacak kadar  zor bir durum. Denediyseniz  bilirsiniz, şu hayattaki en zor şeylerden biri sonuçlarınlarından memnun olmadığınız davranışlarınız değiştirmek. Kararlı olsanız da şirazenizin kayması kaçınılmaz.

Misal çabuk öfkeleniyorsunuzdur, bi gayret sakin olmaya çalışırsınız. Bu sefer de ipin ucu kaçar, kızılması gereken şeylere bile tepki vermemeye başlarsınız. "Empati yeteniğim yok galiba" dersiniz, işin ucu, sizi kaşla göz arası kazıklayan manavı anlayışla karşılamaya kadar gider.

Velhasıl mantık ve akıl muhasebesi de bir yere kadar bebişlerim, üstelik yorucu. Değiştirmeye çalıştığınız neyse- huysuzluğunuz, pintiliğiniz, savurganlığınız, vericiliğiniz, despotluğunuz, kıskançlığınız...- sürekli teakkuzda olmanız gerekiyor. D&R'ın kişisel gelişim reyonundan aldığınız iki kitapla olmuyor bu işler.  Bkz. bir kaç önceki yazı.

Özetle sevgili hayat, mesajını çok net alıyorum. Ama değiştirmeyi neredeyse imkansız kıldığın şeyleri değiştirmem konusundaki bu ısrarını anlamıyorum. Madem duvarı kırdın, pirketleri kırmasaydın bari değil mi?



8 Mart 2013 Cuma

AKP'li başkanının sözleriyle şiddete start verildi sayın seyirciler

Gündemi genelde olabildiğince geriden takip ediyorum, zira sinirimi bozuyor. Bugün de yine ekstra sinirim bozuldu Kırıkkale AKP il başkanının açıklamasıyla. Sinirimi bozan başkan değil yanlış anlaşılmasın, sinirimi bozan geri kalanımız.

Burası İsveç çünkü, kadına karşı zinhar en ufak bir şiddet, aşağılama yok. Adamın sözleriyle şiddete start verildi sanki. Herkes tepki halinde. Yahu burası günde bilmem kaç kadın cinayetinin işlendiği, kadınların hergün hastenelik edildiği, metrobüste ellenmenin tacizden, tokadın dayaktan sayılmadığı ülke değil mi, ben mi yanlış geldim?

Adamcağız bari hastenelik etmeyin demiş, çıtayı düşürmüş ne var? Milletvekili olmadığınız sürece yediğiniz dayağın, bilimum tacizin, cinayetin  yapanın yanına kar kaldığı ülkede hiç bir şeye tepki vermeyip, "kadın hakçılığımızın" gazını aldığı için, 8 Mart kadınlar gününde vazifesini yapmış "kolay lokma kadın düşmanı" bu arkadaşa teşekkürü bir borç bilirim.

Yarın 3. sayfada vaka-ı adiye olmuş kadın cinayetlerini, çocuk gelinleri okumaya; eğitim hakkı, emzirme reformu, doğum izni, kürtaj hakları için mücadele eden kadınları uzaktan  izlemeye devam edeceğiz nasıl olsa. Erkekler sağ, biz selamet.

İnek Şaban'la Güdük Necmi'ye nikah düşmüyormuş ey ahali!

Emzirme reformu, doğum izninin uzması gibi hallere sevinirken, elbette kadını aşağılamakla yükümlü olduğundan fena halde şüphelendiğim kafalardan bir ses çıkacaktı.

Ama benim sığ aklım tabi ki gelen fetvaların aslında çok daha derin sorunlara nasıl çözüm getirdiğini anlamamış. Biraz düşününce gördüm ki "ulan bu konuda niye sesleri çıkmıyor" dediğim birçok yara bu sayede çözüme kavuştu:

Çocuk gelinler: 70 yaşındaki damadın bırak 15'indeki gelini, gelinin 30'unu anca görmüş annesi doğduğunda emzirilme yaşını çoktan geçmiş olduğu düşünülürse gönüller rahat ola. Efendi dedenin kızı ya da torunu, gelin hanımı emzirmediyse problem kalmaya.... Lakin o da süt torun olduğundan mesele rafa kalka.

Aile içi taciz: Baba, dayı, amca, konusunda rahat oluna. Aynen devam edile... Abilerde biraz sıkıntı görünse de  kız çocuklar emzirilmeyerek sorun çözüle.

Akraba evliliği: Baba yarısı amcanın oğlu, anne yarısı teyzenin kızı, ölmüş eşin abisi, kardeşi konusunda sıkıntı yapılmaya... Hiç görmediği annenin süt bankası kardeşi zinhar enseste girer. Mazallah bir de anne ateist, kominist, gayri- Müslimse başımıza taş yağar.

Artan tecavüzler: Mümkün mertebe bebelere değil, süt bankası öncesi kadınlara tecavüz edile... Mahkeme heyeti uğraştırılmaya, her tecavüzcü emdiği sütün bir örneğini delil olarak taşıya...  Yok yahu, tecavüzcü uğraştırılmaya, kadınlar emdikleri sütün örneğini taşıya ... Zaten kadınların emdiği süt burnundan çoktan geldiği için delil yetersizliğinden tecavüzcünün beraatine karar verile...

5 Mart 2013 Salı

Surrogates, Ayşe Arman ve Listag Aktivistleri

En sevdiğim filmlerden biridir Surrogates - Suretler. Insanların hayvandan ayrışmasının ve sosyalleşmesinin getirdiği binlerce yıllık laneti anlatır . Bir yanda göstermek istediğimiz ve arkasına saklandığımız yüzümüz, bir yanda gerçek benliğimiz.

"Ya göründüğün gibi ol ya olduğun gibi görün" bir erdemden ziyade bir lüks ve cesaret savaşı modern insan için. En gelişmiş savunma mekanizmamız sosyal hayattaki suretlerimiz çünkü. En anarşistimiz bile toplumda az çok kabul edilmiş bir suret yatarmak için yıllarca çabalar.

Ve kimse bir diğerinin gerçek yüzünü de görmek istemez aslında. Hele ki çok sevdiklerinin. Kendi gerçekliğiyle yüzleşip kendini affetmeyi öğrenenemiş biri karşısındakini nasıl olduğu gibi kabul edebilir ki?  Belki anne-babalar evlatlarını...

O yüzden hayranlıkla okudum Ayşe Arman'ın LİSTAG aktivistleri ile ilgili yazı dizisini. Kimse aldanmasın, zor olanı yapmak  herkese zordur. Onlar da ancak hepimiz kadar cesur. Gerçek insanlar onlar da, film kahramanı değil. Ama onlar mücadele etti, muhtemelen yaşadıkları her gün de edecekler.

Ben yapabilir miydim? Dürüst olmam gerekirse bilmiyorum. Sadece düşününce çok korktum. Utanıyorum ama asla böyle bir durumla yüzleşmek zorunda kalmamayı diledim. "Cesur", "açık fikirli", "eşitlikçi" sandığım kendimi tekrar tanıdım. "Suretimden" bir kaç parça daha düştü.

Klişe gibi görünse de gerçekten ama gerçekten en cesaret isteyeni, kendi kafamıza yıllarca büyük bir özenle nakşettiğimiz, aynaya her baktığımızda gördüğümüz sureti kazımak. İşin ironik yanı, ne kadar ince çalışsak da beyhude. Bize her bakan, kendi olmuşluğunca başka bir suret görür. O zaman bunca yorulmak niye?

"Suretler" den sıyrılışın hayal edilebilecek en somut haliydi bu hikayeler. Umarım hepimize  cesaret verir. Tüm bunların yanında "güçlü", "akıllı", "mazbut", "işkolik", "mutlu", "sosyal".... mış gibi olmayı bırakmak, sevmediğimiz işlerden, eşlerden, kimliklerden, etiketlerden sıyrılmak, yapanı anlamak çok mu imkansız?



3 Mart 2013 Pazar

İttirmek ya da ittirmemek, bütün mesele bu mu?

Sevgili dünlük,

İttirmeyi ve ittirerek elde ettiklerimi  hiç sevmem. Keza ittirilmeyi de.

Siz de öyleyseniz sevgili kızlar ve bu blogu okuyan siz sayın erkekler, zaten biliyorsunuzdur ki bu hayatı önemli ölçüde zorlaştıran bir şey.  Zira aşk ve terfi gibi hayatınızı birinci dereceden etkileyen gelişmelerden, "bu gün ne yesek" gibi gayet vasat soruların cevabına kadar uzanan bir yelpazede hayat, minik ego ve ittirme savaşları ile dolu. Bu yarışlardan galip ya da mağlup ayrılmak sizi hiç ilgilendirmese de, gün gelip istediklerinizi dikte etmediğiniz için suçlu duruma düşmeniz ise işten bile değil.

Zira görünen o ki insanoğlunun önemli bir kısmı- her nedense- kendisine  ne yapması gerektiğini söyleyen organizmalarla simbiyan bir hayatı yaşayarak konfor ve güven ortamına kavuşuyor. Kendi iradeleri ile başbaşa bırakıldığında paniğe kapılıp virus yemiş Fortran kodu misali çırpınanların sayısı, ne yazık ki bir elin parmaklarını ziyadesiyle geçiyor.

O yüzden kendinize ve çevrenizdeki büyük çoğunluğa bir iyilik yapın, siz siz olun güdülme ihtiyacındaki kitleyi hayal kırıklığına uğratmayın. İnanın bu sizi olmasa da onları çok mutlu edecek. Zaman içerisinde zorlamaktan ve zorla elde ettiğiniz şeylerden de keyif alır hale geleceğinize de inancım tam. Aksi halde etrafta bu kadar iştahla ego yarıştıran insan olmazdı değil mi?