3 Haziran 2013 Pazartesi

Neden Taksimdeyim? Neden gaz yiyorum?


Başbakan, halkın %50si evlerinde bekliyor demiş. Bunu çok tehlikeli buluyorum. Cuma gününden beri Taksim ve Beşiktaştayım. Orada pek çok AKPli arkadaşımla günlerdir gaz yiyoruz. Tek bir taş atmadık, tek bir cope zarar vermedik.

DERDİM AKP DEĞİL, CHP DEĞİL, MHP DEĞİL
Neden eyleme katıldım?
Ben de yine pek çoğunuz gibi sosyal medyadaki 3-5 post’tan Gezi parkı eylemini duymuştum, çok da dikkat etmiyordum. Ta ki polisin sabahın 5’inde parkta uyuyan insanlara gaz bombasıyla saldırdığını ve yaşanan vahşetini duyana kadar. Dehşete kapıldım. İktidardaki AKP de olsa CHP de olsa MHP de olsa dehşete kapılırdım. Başbakanın adı Tayyip de olsa, Kemal de olsa, Devlet de olsa orada olurdum.
...
Ne istiyorum?
Bir park için gösteri yapan barışçıl insanlara biber gazı sıkmayan bir ülkede yaşamak istiyorum. Başbakanın adı Tayyip de olsa, Kemal de olsa, Devlet de olsa bunu istiyorum.

Otoriter değil demokrasiyi ve özgürlüğü ilke edinmiş bir hükümet ve politikacılar istiyorum. Başbakanın adı Tayyip de olsa, Kemal de olsa, Devlet de olsa bunu istiyorum.
 

Polisin halka biber gazı sıktığı değil, gösteri yapan insanların can güvenliğini sağladığı bir ülkede yaşamak istiyorum. Başbakanın adı Tayyip de olsa, Kemal de olsa, Devlet de olsa bunu istiyorum.
 

Başbakanın ülkede insanlar bu durumdayken Afrika’ya gitmek yerine barışı ve uzlaşmayı sağlayacak adımlar atmasını istiyorum. reyhanlı'da onlarca insan ölmüşken ABD'ye gitmeyen başbakan istiyorum. Başbakanın adı Tayyip de olsa, Kemal de olsa, Devlet de olsa bunu istiyorum.
 

Başbakan muhafazakar da olsa, sosyalist de olsa, dindar da olsa ateist de olsa farklı görüşlerden insanların fikir ve eylem hürriyetinin olmasını, yaşam tarzlarına saygı duyulmasını istiyorum.
Başbakanın adı Tayyip de olsa, Kemal de olsa, Devlet de olsa bunu istiyorum.
 

Susmayan, ilkeli, tarafsız, korkmayan, sinmeyen basın istiyorum. Başbakanın adı Tayyip de olsa, Kemal de olsa, Devlet de olsa bunu istiyorum.
 

Başbakanın adı ne olursa, iktidardaki parti isterse Davulu Delen Jaguar olsun Cuma’dan beri yaşananlar tekrar yaşansa yine orada olurum.

ÇÜNKÜ ÖZGÜR VE DEMOKTARİK BİR HUKUK DEVLETİNDE YAŞAMAK İSTİYORUM.

Bütün bunlardan sonra bugünkü başbakanın adı Recep Tayyip Erdoğan'sa tepkim ona. Nasıl Kemal olsa Kemal'e Devlet olsa Devlet'e babam olsa babama olacaktıysa....

27 Mayıs 2013 Pazartesi

İdealize ettiklerim, aslında yok etmek istediklerimdir bebişim...

Son bir kaç haftada yaşadıklarımdan öğrendim ki idealize ettiğimiz şeyler aslında yok etmeye kararlı olduğumuz şeyler. Aslında hayat bana bunu yıllardır anlatıyormuş. Zira hayat boyu idealize ettiğim kişi, ilişki ya da düşüncelerin hepsiyle bir vakit küstüm, kavga ettim, onları kötü ilan ettim ve sonunda yok ettim. Farketmeden öğrenmiş olmalıyım ki, idealize etme kötülüğünden yıllar önce yine farketmeden vaz geçmişim.

Yok oluşa mahkumiyetin nedeni ise çok basit: İdealize ettiğimiz şey ya da kişiden hata yapmamasını bekleriz herşeyden once. Ne büyük bir kötülük, ne büyük bir haksızlık ve ne kadar büyük kurnazlık. Oysa idealize ettiğimiz şeyi sevmemiz gerekirdi değil mi? Bırakalım insanı kaç bilimsel teori, kaç politik görüş, kaç "haklı dava" hatasız ki?

Diyelim ki insan ya da düşünce ya da inanış hatasız. Biz bunu anlayabilecek bilgiye ve bilgeliğe sahip miyiz? Herşeyi kendi deneyimlerinin, sabit fikirlerinin penceresinden yorumlayan insan, bir dervişçesine adanmış bir inanışa sahip değilse idealini hain ilan etmesi ne kadar surer ki? Hikayeyi bilirsiniz, efendisi dervişe seccadesine şarap sürmesini söyler. Sürebilir misiniz?

Öyle ya da böyle bir noktada derin bir hayalkırıklığı yaşamak kaçınılmaz ne yazık ki. Yani er geç gelir önce mahkum sonra yok etme noktası. Üstelik temiz bir vicdanla, aslında en başında yok etmeye kararlı olduğunuzu bilmeden. Neticede  siz inanmış, güvenmiştiniz. O ise düşündüğünüz gibi çıkmadı değil mi? Tüm hata "o"nun. Tebrikler...

Siz kimi ve neyi idealize ediyorsunuz? Karınız, kocanız, evliliğiniz, sevgiliniz, öğretmeniniz, arkadaşlıklarınız, işiniz, politik liderler, düşünceler, çocuklarınız, ebeveynleriniz, terapistiniz, köşe yazarları...  O zaman bilin ki hepsini bir gün yok etmeye kararlısınız.

Ve kendinize basit bir soru sorun, "o"nu neden yok etmeyi neden bu kadar çok istiyorsunuz?



22 Mayıs 2013 Çarşamba

Komisyon, o son kadehi içmicektin abi!

O kadar tatlı saçmalamışlar ki insan dalga geçmeye kıyamıyor. Velhasıl benim anladığım yeni alkol yasasından sonra hayatımız şöyle olacak:

1) Bundan sonra Migros'a ve Bakkal Hüseyin'e çilingir sofrası kuracağız. (bkz.Alkollü içkiler, sunum izni verilen yerlerde açık olarak tüketilebilecek ve bu yerlerde tesis sınırları dışında tüketilmek üzere alkollü içki satışı yapılamayacak)

2) Tüm içkilerde çirkin kadın yoktur, az votka vardır yazacak. (mohito ve şaraplarda ise çirkin erkek yoktur da yazacak) (bkz.
- Türkiye'de üretilen veya ithal edilen alkollü içkilerin ambalajları üzerine, alkol ürünlerinin zararlarını belirten Türkçe yazılı uyarılar veya mesajlar konulacak.)

3) Tahlillerin büyük kısmını bedavaya getirebileceğiz, üstüne de çevirmede tükürmek serbest (bkz.
Sürücülerin narkotik veya psikotrop maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla teknik cihazlar kullanılacak. Bu tespit, solunum havası veya tükürük gibi biyolojik örnekler üzerinden yapılabilecek.)

4) Ağzına 3 üzümden fazlasını atınca araba kullanmayacağız. (1 promil ne lan?) (bkz. Bir promile kadar alkollü olan sürücünün başkalarının hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından somut bir tehlikeye sebebiyet vermesi halinde, ayrıca TCK'nın ilgili hükümleri uygulanacak.)

5) Artık hayata 0'dan başlamayacağız. (bkz.
Teknik cihaz ile alkol tespitini kabul etmeyenler hakkında, bir promil alkollü olarak araç kullanmış sayılacaklar ve ilgili ceza hükümleri uygulanacak)

6) Arabayı manita koltuğundan doğru kullanacağız.  (bkz.
Sigara ve diğer tütün ürünlerinin, özel araçların sürücü koltuklarında da içilmesi yasak olacak.)

7) Ahahhaa burada harbi koptum.... Emzik sayılır mı ? (bkz.
Tütün içermeyen ancak tütün mamulünü taklit eder tarzda kullanılan bitkisel nargile ve bitkisel sigara, tütün ürünü kabul edilecek.)

21 Mayıs 2013 Salı

Erkekler sevişmek istemeyecekleri kadınla arkadaş olmaz... mış

Kısa bir süre önce çevresel etkilerden dolayı gündemime almak zorunda kaldığım bir konu var: Kadın- erkek yakın arkadaş olur mu? 2-3 ay öncesine kadar buna yanıtım açık ve netti, zira geçmişi 25 yıl öncesine dayanan çok yakın birden fazla erkek arkadaşım var.


He valla 
Kuğularla balıkların kanka olduğu bir dünyada gereksiz bir soru gibi görünse de, bu konuyu literatürde biraz araştırdım, merak edenle de paylaşmak istedim: 20. yüzyıla kadar bütün psikiyatrik ve psikolojik görüşler bunun alehinde.

Hatta "erkeklerin beraber olmak istemeyecekleri kadınlarla arkadaş olmayacaklarını" söyleyen var. Bu görüş tabi ki tüm kadınların penis kompleksi, tüm erkeklerin ise hadım edilme korkusu sahibi olduğunu iddia eden, herkes gibi bazen haklı bazen haksız olan Freudcan'a ait.  Cümlenin barındırdığı bunca olumsuz yüklemden tahmin etmişsinizdir zaten.

21. yüzyılda ise bu görüş değişiyor. Kadının iş ve sosyal hayata katılması ve kocasından başka erkek görmeye başlaması ile sosyal ilişkilerinin evrildiği ve erkeklerden farklı olarak tüm karşı cinsleri ile yatmak gibi bir arzuları olmayışı sayesinde erkeklerle arkadaş ve dost olabildikleri söyleniyor.

Velhasıl sadede gelirsek buradaki kilit sözcük "kadınların erkeklerle dost ve yakın arkadaş"
olabildikleri. Erkeklere gelirsek, onların motivasyonlarını kim bilebilir ki?

Freud görmesin
2-3 aylık skeptik dönemimin ardından benim cevabıma gelirsek:  Bazen gereksiz bir idealizmin pençesinde kıvrandığımı düşünsem de "Evet".  Dünyada sizinle sadece dost olmak isteyecek yakın erkek arkadaşlarınız tabi ki ve iyi ki de var.

Yüzdenin düşük olacağını, bu klana yeni birilerini eklemek isterseniz 2 kere düşünmenizin farz olduğunu, aksi halde canınızın sıkılabileceğini bilin yeter...


14 Mayıs 2013 Salı

Dünlük hayattan bunları öğrendi - Against Moldovya against Malta

- Gerçek zenginlik yan yana duran iki bulaşık makinasına sahip olmaktır. Bulaşık makinası boşaltmadan geçen bir hayat, dolu dolu yaşanmıştır.

-Tüm pilotlar Fatih Terim İngilizcesi konuşur, anlamaya çalışma. Don't see the back, see the front... See everythings .

- Bankanın güvenlik için internet şifreni zorla değiştirtmesi hayatında başlayacak ve saç baş yoldurtacak kaosun habercisidir, hazırlıklı ol. Anlaşılan o ki güvenlik statejisinin kilit noktası senin de şifreni tamemen unutman. Bilmemek mutluluktur, unutmayı unutma!

- Telefon değiştirmek ev taşımaktan, boşanmaktan ya da iş değiştirmekten daha travmatiktir. Direnme, ruhunun çıktığı bu yolculukta ezber boz, sıfırdan başla, hayatına reset at.

- Jöle yaparken kullandığın kapları doğrudan musluğa boşaltmadan önce, eğer musluk borusu sökmeyi bilmiyorsan 2 kere düşün.

- Yumurtasız kek, kurabiye, poğaça; kırıksız saç diye birşey yoktur. İnternetteki tüm tarifleri denesen bile unlu mamülün sonu çöp kutusu, senin döndüğün nokta bakmadan yumurta kırmaya çalışmak olur. Ya yumurta ile barış ya da iyi bir pastane bul.

- Nohutu yumuşasın diye kaloriferin üstüne bırakman ve 3 gün tutman çimlenmesi ile sonuçlanır. "Amaaan yarın pişiririm"ciysen kendini ve rütbeni bil, pizzanı söyle, ekmeğine nutellanını sür otur ye.

- Alkolün dibine vurup kaygan bir barın üstünde dans eden bir arkadaşın varsa yan gruptaki insanların ve ortalarında duran votka şişesinin üstüne düşmesi an meselesidir. Eğlenceyi kaçırmak istemiyorsan boş bulunup sağa sola bakma, odaklan ve sabırla doğru anın gelmesini bekle. Paçasından tutmaya çalışmaksa sonucu değiştirmez, boş yere dikkatini dağıtma, anı yakala.





8 Mayıs 2013 Çarşamba

İzleyici ayarlariyla oynamak Neo'ya yakışmıyor.


Kaşık yok, ama Trinity var. Çünküm kaşığı öpemezsin
Bazi film ve kitaplarin güzel tarafı değişik zamanlarda değişik şeyler anlatmasi. Felsefe ve sembolizm kafamin kolay bastığı şeyler değil. Gül ve bülbülün gerekliliğini hiçbir zaman anlayamadım. Pavyon adı olarak şahane olsa da Mona Lisa'nin neden o kadar özel olduğunu da.Bu sığlıkta yaşayan birinin Matrix'i izlerken "var lan kaşık aha ben gördüm" sonucuna varmasi takdir edersiniz ki kaçınılmaz. Sadede gelirsek, Matrix'i tekrar izledim ve farkettim ki kaşık gerçekten yok.

Tamam kaşık yok, tamam önce seçeceksin sonra anlayacaksin, hadi nedensellik de ok. Ama o aşk mevzusu nedir Çok Sevgili Dünlük?

5 duyuyla algılanan herşeyi bir anda harcayan bir filmde aşkın varlığı sorgulanmiyor, aksine kutsaniyor. Koskoca "the Architect" tarafindan bile! Hadi madem sorgulamiyorsun, bari kutsama! Anladik Hollywood da yolunu böyle buluyor ama izleyici ayarlariyla oynamak Neo'ya yakışmıyor.

Anlamışsındir Sevgili Dünlük, aşkın varlığı ve gerçekliği uzun bir süredir kafamı kurcalayan başka bir konu. 15 bilemedin 18 yasindan sonra ablaklik derecesiyle ters orantili olarak, azalarak bittiğine inancim gül ile bülbülün gereksizliğine olduğuna kadar tamdı.

Velhasıl kaşık yok, onu anladim, o bende... Aşksa olabilir belki, kimbilir? Ben Neo ile Matrix'i yaratan dingilin (aka the f*cking Architect) yalancisiyim.

25 Nisan 2013 Perşembe

Yeni idolüm kötü bir anne

Adı Nesrin...
O benim yeni kahramanım. Murathan Mungan'ın Mutfak'ındaki bir karakter...

Mutfak aslında bir tiyatro oyunu, sahnelenmesini merakla bekliyorum. "Hayatın kardeş yaptığı kızlar"dan oluşan bir grup el biriliğiyle ev yemekleri yapan bir lokanta açıyorlar. Mutfak'ta diğer Murathan Mungan kitaplarında olduğu gibi yine çok sevebileceğiniz bir sürü karakter var. Benim favorimse kimsenin sevmediği, kıyasıya eleştirip, burun kıvırdığı "kötü anne" Nesrin. Ben Nesrin'e  hayranım, o benim yeni idolüm.

Nesrin, evliliğin bir göz yumma sanatı olduğunu düşünüyor,  kendi deyimiyle "düğün fotoğrafı değil". Ve sevilme ihtiyacı kadar insanı köleleştiren bir şey daha olmadığını, özellikle de biz kadınları.

Ve hayatında herşeyi ihmal ettiğini kabul ediyor, çocuklarını, kocasını. Ama yüzüne sürdüğü ıspanak maskesini ve kremlerini asla...

Sevdiği adam hapse girince 6 yıl onu bekleyen "devrimci" ve "idealist" kızına ise demediğini bırakmıyor. Söyledikleri, biz sevilmeme korkusundan özverili olmaya güdülenmiş vefakar Türkiye kadınına şahane kapak oluyor. O arada güya yaptığımız özverinin ceremesinin önemli bir kısmını, bizim için fedarkarlık yapmakla yükümlü olduğuna inandığımız diğer insanlara nasıl da futursuzca yükleyiverdiğimizi iki cümle ile özetliyor.

Murathan Mungan'ın kadınları nerede ve nasıl bu kadar yakından tanıdığını hep merak ederim. Sevgili Murathan Mungan bir sonraki kitabında ne olursun anti kahraman Nesrin'i yaz!

14 Nisan 2013 Pazar

Aldatılmaya BAYILIYORUZ

İkna edilmekten sıkıldım. Lafa bakmayıp ayineye odaklanmayı öğrenmek lazım.

Konuşma diye birşey olmasa herşey daha kolay olurdu. Mesela pazardan alacağımız elmayı görsek ellesek, koklasak, ısırsak, fiyatına baksak ve öyle alsak. Satıcı ballandıra ballandıra anlatmasa? Kaç ayakkabı, kaç çanta eksik almış olurduk acaba? Ve de kaç kere daha az aldatılmış ve hayal kırıklığına uğramış?

İkna edilmeye neden bu kadar hazırız o da ayrı konu. Nihayetinde hepimiz "duymak istediklerimizi" "duymak istiyoruz" sadece. Bu durumda özü ile sözü bir olmayanı ne kadar suçlayabiliriz ki? İnanmak ve ikna edilmek de bir seçim sonuçta.

Sözler - ki tek sağlaması "iş"ler- ne kadar çok bela açıyor başımıza. 

7 Nisan 2013 Pazar

Kadınlar ekonomiden ne anlar?

Bence ekonomiyi kadınlara bırakmalılar. Niyeyse erkek kazanır, kadın harcar şeklinde asılsız bir geyik var, kadınların savurgan olduğu iddia edilir. Ben bugüne kadar ev bark edinmiş kaç erkek gördüysem hepsi bir kadın sayesinde.

Kadınların bunun için iktisat okumasına da gerek yok. Zira kuru ekmekleri atmayıp köfte yapmayı, ne annelerimiz, ne de onların anneleri ECON 101 dersinde görmemiştir.

Velhasıl yuvayı dişi kuş yapar. Bizim enflasyon sepetimizde  hortum, dinamit, deve eti olmadığından mıdır başka neden mi bilinmez, ekonomik krizde de, enflasyonda da hayatta kalmayı biliriz. Her şeyden önce bir çok erkeğin aksine gelecek kaygısıyla yaşarız. Bizim için çözüm her zaman basittir: paran yoksa alma. Alacaksan da ucuz alternatifini al.

Kaynakları doğru kullanmayı da iyi biliriz. Libidomuzun beygirgücü ya da iphone modeline endeskli olmamasından kaynaklansa gerek; başını sokacak ev, çocuğun okul taksidi arabanın modelini iyileştirmekten ya da son model cep telefonundan önce gelir.

Eğer 18. çantamızı ya da 14. ayakkabımızı alıyorsak, bu savurganlıktan değil, terapist ücretlerinin  ve boşanma avukatlarının çok daha pahalı olmasındandır.

31 Mart 2013 Pazar

Facebook üzerinden intikam baldan tatlıdır

Facebook ve Twitter kamyon arkası gibi. Herkes arabeske bağlamış, kendisinin yüceliğinden, ellerin kalleşliğinden dem vuruyor.

Yazıların meali şu:
-Herkesi kendim gibi sandım güvendim (Ben kamil insanın vücud bulmuş haliyim. Yok canım bir yerlerde pişip ermedim, benimki doğuştan.)
-Sonra da kazığı yedim (Doğal olarak)
-Onları hayatımdan çıkardım (Ah anneeeem, nasıl kahretmişler duyuncaaaaaağğ, hallerini bir görsen, içlerin yanaaarrrr, içleriiiin)
-Sessizliğim asaletimdendir (Aldım ayarı oturdum kaldım, kontra-atak yapmayı bi tarafım yemiyor.)

Zannedersin ki yıllardır ,emek emek ördüğü bir ilişkinin karşı tarafı bahsi geçen.  Sorsan, sabah akşam geyik yaptığı yan departmandan servis kankası "poposu büyük" demiştir arkasından. Hadi herşeyi geçtim gerçekten,  ay- ay, yıl- yıl güven inşa etmiş sonra da ihanete uğramış insanlara ayıp. Kaldı ki onların hisettiği acı, muhtemelen kamyon yazılarının dindiremeyeceği kadar büyük olduğundan, sesleri sosyal medyada tek tük çıkıyor.

Yahu, hem hangimizin bir kaç Erol Taş'ı, Aliye Rona'sı yok ki şu hayatta? Ama herkes de başka birilerinin Erol'u, Aliye'si illa ki - evet sen bile sevgili sosyal medya arabeskçisi, ama eminim "onlar" haketmiştir senin yaptıklarını.

Hem, niye herkese yüzde yüz güvenebilesin ki? Güvendiğin o zatlar her kimse, kendilerinin işi gücü, senin refahını tesis etmek mi? Velhasıl herkes kendi hayatının Türkan Şoray'ı, Kadir İnanır'ı maşallah! Kalan 5.999.999 kişiye ise, hayattaki tek amacı başrolün mutluluğu olan, dev bir uşak, bahçıvan, hizmetçi kadrosu düşüyor.

Ha herkes de sana %100 güvenmesin bi' zahmet. Kimsenin figüran kadrosu olma!


26 Mart 2013 Salı

Aklı olan Soner Bey ile değil Süleyman'la evlenir

Aylar, yıllar sonra "Öyle Bir Geçer Zaman Ki"nin yeni bölümünü izledim, anladıklarımı sizin için özetledim:

Soner ve side-kick'i Sülü
1) Aklı olan esas oğlan Soner'le değil side-kick Süleyman'la evlenir. Zira benim gördüğüm Soner'in manitalarına sevgililik, karısına kocalık, çocuğuna babalık, kayınvalidesine damatlık yapan asıl kişi Süleyman. Soner'e düşense yurtdışında sürtmek, içip içip sızmak, bar bar dolaşmak ve de tek gecelik ilişkiler yaşamak.

2) Türk insanı dramın dibini görmezse rahat edemiyor. Cemile'nin yavuklularının ve sarı saçlı yarım ağızlı Caroline'in tek bir ailenin başına sardığı derdi, Usame Bin ladin Amerika'nın başına saramadı.

3) Millet bir kocayı bulamıyor, 4 çocuk 2 torun sahibi Cemile Teyze maşallah 3. boşayıp 4. almak üzere. İbret alın.

4) Yerli dizi, film ve romanlarından alıştığımız üzere kötüler saf kötü, iyilerse saf iyi. Rahatız kafamız karışmıyor. Her şey siyah beyaz. İnsanımızın griye olan açlığını gidermek için Gri'nin Elli Tonu'na saldırmasını anlayışla karşılamak gerek. Keza herşeyi derine inmeden etiketleyip yaftalamasını da.

5) Yine bütün yerli dizi ve filmlerde olduğu gibi yan karakterlerin hayattan tek beklentisi, esas kızla çocuğun iyiliği, sağlığı, sıhhat ve afiyeti. Kendi aşkları, hastalıkları, hırsları, beklentileri filan yok. Hepimizin egosunun şişikliğinin, hep banacılığının, hep başrolde olma arzusunun kaynağı bu olsa gerek.

6) Ziverbey Köşkü'ne atıfta bulunan işkence sahneleri hayal gücüne bırakılmış. İşkence gibi bir dönemin yarası ve insanlığın utancı olan bir konuyu, politik konularla zerrece ilgilenmeyen TV izleyicisinin dikkatine ucundan da olsa sunabilmek için tek yol Nuri Alço kıvamında bir öyküye bağlamak anladığım kadarıyla. Etkisi tartışılır da olsa senarist ve yönetmenin iyi niyetine sağlık.

24 Mart 2013 Pazar

35 milyon Türk erkeği bana kalsın


Necip ve etobur Türk erkeği
Pazar günkü yazıya, çok enterasan tepkiler geldi. Benim bir türlü kilo veremeyen bir kadın olduğumu iddia edenler  oldu mesela. Ben zayıf olduğum için diğer kadınların fit olmasını istemediğim teorisini öne sürenler de. Bunlar tabi ki, istisnasız erkeklerden gelen yorumlardı.

İçlerinden tanıdıklarıma, etrafımdaki çok güzel bir sürü kadının sırf 36 beden olmadıkları için ağızlarına sevdikleri şeyleri yıllardır koymadıklarını anlatmaya çalıştım.  Bu, bir ergeni annesiyle babasının aslında kendi çaplarında karizma sahibi bireyler olduklarını ikna etmekten daha boş bir çabaydı.


Velhasıl, sevgilisi diyet yaparken karşısında kebapları doyasıya midesine indiren, üstüne bir de künefe patlatıp, göbeğini sıvazlayan, annesi tarafından dolmalarla, böreklerle büyütülmüş necip Türk erkeğinin, kadınların açlıkla imtihanı konusunda empati göstermesini ve adil davranmasını -henüz- beklemeyin.

Her birinin, diyet yapmanın kadın olmanın doğal bir sonucu olduğuna, ve bundan zevk aldığımıza inancı tam. Tıpkı tüm ev işlerini yapıp, çocukların bütün dertleriyle ilgilenmenin, evin alışverişini yapmanın, onları doyurup beslemenin hayattaki en büyük keyfimiz olduğuna samimiyetle inanmaları gibi.

Lakin, asr-ı saadet yavaş yavaş bitiyor sevgili beyler.  Bu ülkede yeni Kıvançlar, Emir'ler yetiştiği sürece, hesap günü yakın!

Daha önce okumayanlar için bkz.
Six-pack hakkımız söke söke alırız
Emirin'in yolu bu blogdan Kıvanç sayesinde geçti




19 Mart 2013 Salı

Mutluluk 2 liraya satılıyormuş meğer

En son ne zaman milkshake içtiniz?

Ben bugün içtim. Bir önceki muhtemelen çocukkendi. Ne güzel bir şeydi ve hala ne güzel bir şey. 2 lira 75 kuruşluk bir çikolatalı milkshake, hayatın unuttuğum zevklerle dolu olduğunu hatırlattı bana. Tüm o pahalı terapilere nispet yaparcasına... 


Bazen içimdeki çocuk kafasını dışarı uzatıyor.
Ama gördüğü şeyleri sevdiğini hiç sanmıyorum.
Mesela havucun önce turuncu kısımlarını yiyip, ortasındaki sarıyı sona bırakmak. Ama özene bözene ve büyük bir heyecanla. Sonra denizde taş kaydırmak.... 8 kere kayan taşın verdiği o büyük coşkuyu -o büyük başarma duygusunu- çok mühim kariyerim nereye kadar terfi etsem verebilir ki bana?  

Bugün kendimi tanımladığım şeylerle, çocukluğumdaki "ben"i karşılaştırıyorum. Hangisi gerçek?

Gökyüzüne bakıp bulutların değişen şekillerini izlemek, birbirine göstermek mesela. Bilirsiniz, tüm çocukların yaptığı ve doğacak tüm çocukların yapacağı. Ama bugün sabrım yok ona.  Deniz kıyısında ya da havuzda güneşlenirken ancak bakabilirim bulutlara, o da iphone'umdan gözümü alabildiğim kısa anlarda.

Büyümek gelişmektir diye belletildi bize. Adı üstünde "büyümek". Oysa büyümek eksilmek gibi geldi bugün bana.

17 Mart 2013 Pazar

Hayat, sen o kiloları vermeye çalışırken geçen zamandır

O kalça bende olsa ağlarım
Etrafımdaki kadınların büyük çoğunluğu, medyanın pompaladığı fotoshoplu vücut kitle endeksine ulaşmak için açlık sınırında yaşıyor. Karnını şöyle iyice bir doyurmak, suçluluk duygularının en büyüğü ile kıvranmaya mahkum olmak demek.

Peki, güzelliğin olmazsa olmazı zayıflıksa, Monica Belluci'yi nasıl açıklar ki diyet ve fitness dünyası? Bir de Türkan Şoray meselesi var tabii, o ne zaman sıfır bedendi?

Ya da Jennifer Lopez... Siz gaza gelmiş poponuzu eritmeye çalışırken, o, ortalama bir Türk kadının sonsuza kadar hayata küsmesine sebep olacak büyüklükteki kalçalarını gere gere pozlar veriyor. Popo demişken, olanca kalçalarıyla ortalarda dolaşıp, fotoları paylaşım rekoru kıran Kim Kardashian'ı da anmamak ayıp olur... Onların vücut kitle endeksi kaç ola ki?

Uzun lafın kısası yıkanmış beyinlerimize bir format atıp, bu baskül-erkil kültüre baş kaldırmanın vakti geldi. Güzellik beden ölçüsüyle orantılı değil, hiç bir zaman da olmadı. Bana inanmıyorsanız, Google'a sorun.

O yüzden o 3-5-15-25  kiloyu vermeyi beklemeyin, güzelliğinizin tadını bu gün çıkarın. Zaten en niyahetinde muhattabınız da kel ve göbekli Türk erkeği, değil mi?

14 Mart 2013 Perşembe

Bi poke'lama hayat, anladık... Az bekle halledicez!

Hayat bu aralar beni çok dürtüyor. Sanırım bana birşeyler anlatmaya çalışıyor.  Bu durumda hayat'ı, evren'i adına ne derseniz deyin, mesajın alındığına ikna etmek için ne tür bir aksiyon yeterli gelir inanın bilmiyorum. "Oldschool" bir yöntem olarak "Tanrılar kurban istiyor" mantığıyla haraket etmem de çok olası görünmüyor. Zira, bildiğim en yakın yanardağ İtalya'da, o da hala aktif midir en ufak bir fikrim bile yok.

İçinde bulunduğum, takdir edersiniz ki, yabana atılmayacak kadar  zor bir durum. Denediyseniz  bilirsiniz, şu hayattaki en zor şeylerden biri sonuçlarınlarından memnun olmadığınız davranışlarınız değiştirmek. Kararlı olsanız da şirazenizin kayması kaçınılmaz.

Misal çabuk öfkeleniyorsunuzdur, bi gayret sakin olmaya çalışırsınız. Bu sefer de ipin ucu kaçar, kızılması gereken şeylere bile tepki vermemeye başlarsınız. "Empati yeteniğim yok galiba" dersiniz, işin ucu, sizi kaşla göz arası kazıklayan manavı anlayışla karşılamaya kadar gider.

Velhasıl mantık ve akıl muhasebesi de bir yere kadar bebişlerim, üstelik yorucu. Değiştirmeye çalıştığınız neyse- huysuzluğunuz, pintiliğiniz, savurganlığınız, vericiliğiniz, despotluğunuz, kıskançlığınız...- sürekli teakkuzda olmanız gerekiyor. D&R'ın kişisel gelişim reyonundan aldığınız iki kitapla olmuyor bu işler.  Bkz. bir kaç önceki yazı.

Özetle sevgili hayat, mesajını çok net alıyorum. Ama değiştirmeyi neredeyse imkansız kıldığın şeyleri değiştirmem konusundaki bu ısrarını anlamıyorum. Madem duvarı kırdın, pirketleri kırmasaydın bari değil mi?



8 Mart 2013 Cuma

AKP'li başkanının sözleriyle şiddete start verildi sayın seyirciler

Gündemi genelde olabildiğince geriden takip ediyorum, zira sinirimi bozuyor. Bugün de yine ekstra sinirim bozuldu Kırıkkale AKP il başkanının açıklamasıyla. Sinirimi bozan başkan değil yanlış anlaşılmasın, sinirimi bozan geri kalanımız.

Burası İsveç çünkü, kadına karşı zinhar en ufak bir şiddet, aşağılama yok. Adamın sözleriyle şiddete start verildi sanki. Herkes tepki halinde. Yahu burası günde bilmem kaç kadın cinayetinin işlendiği, kadınların hergün hastenelik edildiği, metrobüste ellenmenin tacizden, tokadın dayaktan sayılmadığı ülke değil mi, ben mi yanlış geldim?

Adamcağız bari hastenelik etmeyin demiş, çıtayı düşürmüş ne var? Milletvekili olmadığınız sürece yediğiniz dayağın, bilimum tacizin, cinayetin  yapanın yanına kar kaldığı ülkede hiç bir şeye tepki vermeyip, "kadın hakçılığımızın" gazını aldığı için, 8 Mart kadınlar gününde vazifesini yapmış "kolay lokma kadın düşmanı" bu arkadaşa teşekkürü bir borç bilirim.

Yarın 3. sayfada vaka-ı adiye olmuş kadın cinayetlerini, çocuk gelinleri okumaya; eğitim hakkı, emzirme reformu, doğum izni, kürtaj hakları için mücadele eden kadınları uzaktan  izlemeye devam edeceğiz nasıl olsa. Erkekler sağ, biz selamet.

İnek Şaban'la Güdük Necmi'ye nikah düşmüyormuş ey ahali!

Emzirme reformu, doğum izninin uzması gibi hallere sevinirken, elbette kadını aşağılamakla yükümlü olduğundan fena halde şüphelendiğim kafalardan bir ses çıkacaktı.

Ama benim sığ aklım tabi ki gelen fetvaların aslında çok daha derin sorunlara nasıl çözüm getirdiğini anlamamış. Biraz düşününce gördüm ki "ulan bu konuda niye sesleri çıkmıyor" dediğim birçok yara bu sayede çözüme kavuştu:

Çocuk gelinler: 70 yaşındaki damadın bırak 15'indeki gelini, gelinin 30'unu anca görmüş annesi doğduğunda emzirilme yaşını çoktan geçmiş olduğu düşünülürse gönüller rahat ola. Efendi dedenin kızı ya da torunu, gelin hanımı emzirmediyse problem kalmaya.... Lakin o da süt torun olduğundan mesele rafa kalka.

Aile içi taciz: Baba, dayı, amca, konusunda rahat oluna. Aynen devam edile... Abilerde biraz sıkıntı görünse de  kız çocuklar emzirilmeyerek sorun çözüle.

Akraba evliliği: Baba yarısı amcanın oğlu, anne yarısı teyzenin kızı, ölmüş eşin abisi, kardeşi konusunda sıkıntı yapılmaya... Hiç görmediği annenin süt bankası kardeşi zinhar enseste girer. Mazallah bir de anne ateist, kominist, gayri- Müslimse başımıza taş yağar.

Artan tecavüzler: Mümkün mertebe bebelere değil, süt bankası öncesi kadınlara tecavüz edile... Mahkeme heyeti uğraştırılmaya, her tecavüzcü emdiği sütün bir örneğini delil olarak taşıya...  Yok yahu, tecavüzcü uğraştırılmaya, kadınlar emdikleri sütün örneğini taşıya ... Zaten kadınların emdiği süt burnundan çoktan geldiği için delil yetersizliğinden tecavüzcünün beraatine karar verile...

5 Mart 2013 Salı

Surrogates, Ayşe Arman ve Listag Aktivistleri

En sevdiğim filmlerden biridir Surrogates - Suretler. Insanların hayvandan ayrışmasının ve sosyalleşmesinin getirdiği binlerce yıllık laneti anlatır . Bir yanda göstermek istediğimiz ve arkasına saklandığımız yüzümüz, bir yanda gerçek benliğimiz.

"Ya göründüğün gibi ol ya olduğun gibi görün" bir erdemden ziyade bir lüks ve cesaret savaşı modern insan için. En gelişmiş savunma mekanizmamız sosyal hayattaki suretlerimiz çünkü. En anarşistimiz bile toplumda az çok kabul edilmiş bir suret yatarmak için yıllarca çabalar.

Ve kimse bir diğerinin gerçek yüzünü de görmek istemez aslında. Hele ki çok sevdiklerinin. Kendi gerçekliğiyle yüzleşip kendini affetmeyi öğrenenemiş biri karşısındakini nasıl olduğu gibi kabul edebilir ki?  Belki anne-babalar evlatlarını...

O yüzden hayranlıkla okudum Ayşe Arman'ın LİSTAG aktivistleri ile ilgili yazı dizisini. Kimse aldanmasın, zor olanı yapmak  herkese zordur. Onlar da ancak hepimiz kadar cesur. Gerçek insanlar onlar da, film kahramanı değil. Ama onlar mücadele etti, muhtemelen yaşadıkları her gün de edecekler.

Ben yapabilir miydim? Dürüst olmam gerekirse bilmiyorum. Sadece düşününce çok korktum. Utanıyorum ama asla böyle bir durumla yüzleşmek zorunda kalmamayı diledim. "Cesur", "açık fikirli", "eşitlikçi" sandığım kendimi tekrar tanıdım. "Suretimden" bir kaç parça daha düştü.

Klişe gibi görünse de gerçekten ama gerçekten en cesaret isteyeni, kendi kafamıza yıllarca büyük bir özenle nakşettiğimiz, aynaya her baktığımızda gördüğümüz sureti kazımak. İşin ironik yanı, ne kadar ince çalışsak da beyhude. Bize her bakan, kendi olmuşluğunca başka bir suret görür. O zaman bunca yorulmak niye?

"Suretler" den sıyrılışın hayal edilebilecek en somut haliydi bu hikayeler. Umarım hepimize  cesaret verir. Tüm bunların yanında "güçlü", "akıllı", "mazbut", "işkolik", "mutlu", "sosyal".... mış gibi olmayı bırakmak, sevmediğimiz işlerden, eşlerden, kimliklerden, etiketlerden sıyrılmak, yapanı anlamak çok mu imkansız?



3 Mart 2013 Pazar

İttirmek ya da ittirmemek, bütün mesele bu mu?

Sevgili dünlük,

İttirmeyi ve ittirerek elde ettiklerimi  hiç sevmem. Keza ittirilmeyi de.

Siz de öyleyseniz sevgili kızlar ve bu blogu okuyan siz sayın erkekler, zaten biliyorsunuzdur ki bu hayatı önemli ölçüde zorlaştıran bir şey.  Zira aşk ve terfi gibi hayatınızı birinci dereceden etkileyen gelişmelerden, "bu gün ne yesek" gibi gayet vasat soruların cevabına kadar uzanan bir yelpazede hayat, minik ego ve ittirme savaşları ile dolu. Bu yarışlardan galip ya da mağlup ayrılmak sizi hiç ilgilendirmese de, gün gelip istediklerinizi dikte etmediğiniz için suçlu duruma düşmeniz ise işten bile değil.

Zira görünen o ki insanoğlunun önemli bir kısmı- her nedense- kendisine  ne yapması gerektiğini söyleyen organizmalarla simbiyan bir hayatı yaşayarak konfor ve güven ortamına kavuşuyor. Kendi iradeleri ile başbaşa bırakıldığında paniğe kapılıp virus yemiş Fortran kodu misali çırpınanların sayısı, ne yazık ki bir elin parmaklarını ziyadesiyle geçiyor.

O yüzden kendinize ve çevrenizdeki büyük çoğunluğa bir iyilik yapın, siz siz olun güdülme ihtiyacındaki kitleyi hayal kırıklığına uğratmayın. İnanın bu sizi olmasa da onları çok mutlu edecek. Zaman içerisinde zorlamaktan ve zorla elde ettiğiniz şeylerden de keyif alır hale geleceğinize de inancım tam. Aksi halde etrafta bu kadar iştahla ego yarıştıran insan olmazdı değil mi?





28 Şubat 2013 Perşembe

Seni öldürmeyen şey nevrotik yapar bebişim

Nietzsche bir konuda fena halde yanılmış. Seni öldürmeyen şey, seni güçlü kılmaz, nevrotik yapar. En azından kadın dünyasında olay budur.

Annesinin bi'tanesi Nietzche abimiz
 O yüzden "ondan, bundan, şundan harap oldum, bak millet güçleniyormuş ben ise terpistten terapiste koşuyorum yahu, nedendir" diye kendinizi yemeyin. Nietzsche'nin herkesin kullanmaya bayıldığı bu aforizması biz kadınlar için büyük ölçüde bir züğürt tesellisinden ibaret.
Biliyorsunuz 21. yüzyılda bu konuya Mahsun Kırmızıgül de değindi "yıkılmadım ayaktayım" diyerek. Nietzche ile tek ortak noktası testoron hormonu ve pala bıyıkları olduğuna göre üstünüze alınmayın. Zira onlar erkek, olan biten herşey için annelerinin biricik oğlunu suçlamak yerine illa bir çıkış yolu bulup eli günü suçlamaya meyilliler.

"Paşa oğlum benim"
Biz kadınların dünyasında ise çekilen sıkıntılar stres, panik atak, güvensizlik, depresyon ya da çeşitli nevrozlar şeklinde tezahür buluyor. O yüzden canınızı hiç sıkmayın, normalsiniz. Ha ben depreşmek istemiyorum diyorsanız kısa vadeli panzehir olarak şarap, alışveriş, kızlarla dedikodu vb aktivetelere sığınabilirsiniz.

Daha kesin çözüm isterim bana ne diyorsanız, onunla bununla cebelleşeceğim diye uğraşmayın. Sonsuz mutluluk için ise özverileriniz, mükemmelliyetçiliğiniz ve empati yeteniğinizle gurur duyma ahmaklığını bırakıp, bencillik, düşük standartlar, 0 öz eleştiri yolunda kendinizi eğitmeye çalışın ya da antideprasınınızı almayı unutmayın.

20 Şubat 2013 Çarşamba

Ana, ağzına bir tane çarpabilir miyim?

Sevgili Ana Steele,
Ağzına bir tane çarpmak istiyorum mümkün mü?

Sen ve Christian'ın görünüşe göre light SM tadında ve "zorlu" ilişkisi, tahminen aklı beş karış havada, yaşı kaç olursa olsun içi ultra romantik bir ergen olarak kalmış bir yazar tarafından kaleme alındı. Yazarın iç dünyası hakkında düşündüklerime daha fazla girmek istemiyorum.

Evet, Gri'nin Elli Tonu ile başlayan, ortalama bir diziden hallice sevişme tasvirlerini saymazsak Bir Genç Kızın Gizli Defteri'ni bile yakalayamayacak derinlikte bir ilişkiyi anlatan kitap serisinden bahsediyorum.
Etrafta Ana'nın aşkını idealize eden, kendilerine şaplaksız bir Christian arayan koskaca kadınları gördükçe de bildiğin Kül Kedisi masalını iki kelepçe ve kırbaçla harmanlayıp dünya çapında fenomene dönüştüren pazarlamacıların elinden öpmek istiyorum.

Kızlar, aşkı ve aşkın hallerini anlamak istiyorsanız ve bunu illa populer bir yapıt etrafında yapacaksanız, Ana'yı boş verip  Anna'yı izlemenizi öneririm. Anna Karanina'da sadece Anna'nın aşkı değil, yan ilişkiler de kayda değer. Streotype'lar üzerinden gidip, karakterleri bu kadar çok yönlü anlatması benim hoşuma gitti. Tavsiye ederim.

8 Şubat 2013 Cuma

Sevgili Id, bir zahmet Ego'mun hizmetine gir

Çok sevgili dünlük,

Görüşmeyeli uzun zaman oldu ama emin ol o arada boş durmadım. EQ'm düşük olduğundan mıdır, obsesif kompalsifliğimden mi bilinmez, insan davranışlarının teorisini anlamaya verdim kendimi.

Dinlesene olm Ego'yu
Sonuçta da şunu anladım, bilinçli zihin bir yalanmış. Koskoca psikanaliz külliyatını bir cümleyle özetlemek gibi olmasın ama durum bu. Seni sen yapan şeyler sıfır bilmem kaç yaş arası annenin seni emizirirken bırakıp çalan kapıyı açması gibi sudan nedenlerle yaşadığın travmalarla şekillenmiş meğer.

O yüzden  boşuna, şöyle bir insan olacağım, onu bunu yapmayacağım, rejim yapacağım, bişiler bişiler olacağım diye bilincinizi zorlamayın. Sevgilinize, karınıza,  kocanıza, patronunuza da yok yere  bulaşmayın. İlla değişecekseniz biliç dışınıza yüklenin ya da hepiniz keyfinize bakın, o arada bir de varsa bebeklerinize iyi davranın. 70 yıllık ömürlerinde ne menem bir zat olacakları sizin "bırak bakiiim o oyuncağı, o yemek bitecek önce" diye çemkirip çemkirmenize bağlı zira.

Bense şu andan itibaren çok kararlıyım, kendi adıma tüm alt benliklerime emirimdir: sevgili id, tüm güdü ve şartlanmalarım, sevgili bilincimin sevgili dışı, hepiniz birden şu andan itibaren bilinçli isteklerimin hizmetine giyorsunuz. Herkes efendi olsun.

PS: Tüm terminoloji hataları bizzat bana aittir, siz de boşverin bence.